Askerlerimiz teröristlerle gırtlak gırtlağa mücadele ederken, günlük ve kısırlaştırılmış politik mevzular ülkenin yan gündemi olarak olanca hızıyla tartışılmaya devam etti… Bu kavgada kimin hangi tarafta olduğunun da çok önemi yok. Bunlar toplum olarak ciddi bir değişimin göstergeleri. Üstelik bu değişim bencilleşmeye doğru yontulan bir süreci işaret ediyor.
Güçlü Özgan
Sanat dünyamıza nadide starlar yetiştiren yarışmalardaki mikrofonlarla, statlardaki kale direkleri arasına sıkışmış olan gençliğimizin gelecek hayalleri ülkemizin bugünkü durumunu da gösterir nitelikte. Bir televizyon ekranı çerçevesinin sınırlandırdığı hayaller, ister kabul edelim ister etmeyelim millet olarak nasıl büyük bir değişimden geçtiğimizin de göstergesi. Değişiyoruz. Üstelik söylendiği gibi sadece gençler değil, çocuklarımız, orta yaştakilerimiz, yaşlılarımız da değişiyor…
“Biz millet olarak çok değiştik, eskiden böyle değildik” kalıbının arkasında toplumun her kesimindeki insana göre önemli ve haklı gerekçeler var. Kimisi bunu, Amerikan emperyalizminin insanımız üzerindeki yozlaştırıcı etkisine bağlarken, kimileri sorunun temelini daha yakında arıyor. Özal’ın yerleştirdiği “benim memurum işini bilir” anlayışı ya da 12 Eylül’le gelen “aman abi bulaşmayayım, ne olur ne olmaz” mantığı…
Bu değişim sürecinin, dünyaya entegre olmaya başladığımızın bize söylendiği zamanlarla aynı dönemlere denk düşmesi de tartışılması gereken ayrı bir konu. Artık ülkede taraf olmak için bir ideolojiye, bir düşünce sistematiğine bağlı olmak, o ideoloji hakkında önce bilgi sonra fikir sahibi olmak gibi “detaylara” ihtiyaç yok. Artık gençlerin ve hatta her yaş grubundakilerin sıfatı lider ama kendisi lider olmayanların ezberlettiklerini tekrarlamak yeterli oluyor. Bu nedenle de, örneğin askerlerimiz teröristlerle gırtlak gırtlağa mücadele ederken, günlük ve kısırlaştırılmış politik mevzular ülkenin yan gündemi olarak olanca hızıyla tartışılmaya devam etti… Bu kavgada kimin hangi tarafta olduğunun da çok önemi yok. Bunlar toplum olarak ciddi bir değişimin göstergeleri. Üstelik bu değişim bencilleşmeye doğru yontulan bir süreci işaret ediyor.
Herkes bu değişimi kabul ediyor. Ancak bir bilim adamımızın bu konuda yaptığı çalışma, bunun boyutunu, gerekçelerini olası sonuçlarını gözler önüne seriyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Sosyolog Prof. Dr. İbrahim Armağan’ın çeyrek yüzyılını vererek hazırladığı “Gençlik nereye koşuyor” başlıklı çalışması, “1980-1990 ve 21. yüzyıl” olarak üç ayrı bölümden ve bu dönemlerde gençlerle yapılan detaylı görüşmelerin bilimsel analizinden oluşuyor. Bu anlamda Prof. Dr. Armağan’ın çalışması, ülke tarihimizdeki en kapsamlı araştırma niteliğini de taşıyor.
Araştırmada, 1979-1980 dönemi gençliğine kıyasla sonraki kuşakların giderek mutsuzlaştığı belirlenirken, değer verilen olgularda “sevgi”nin yerini “para”nın aldığı görülüyor. 25 yıl önceki gençlik, zengin olma yolunun iyi bir eğitimden ve ticaretten geçtiğini belirtirken, bugünkü yeni kuşağın tercihlerinde “miras, şans oyunları ve politika”nın ön plana çıkıyor.
Çalışmada ortaya konan tespitleri derinlemesine ele almakta fayda var:
Hızla değişen dünyamızda, gençliğin değerler sistemi de değişmekte. Türkiye’deki sosyolojik değişmelerden ve ekonomik sorunlardan en çok etkilenen toplum kesimi gençlik oluyor. Bugün Türkiye’de kimlik arayışı içinde olan bir gençlik var. Gençliğin sorunları tüm toplumun sorunları, bu sorunları çözmek de hepimizin görevidir. Türkiye’nin pek çok konuda olduğu gibi gençlik konusunda da devrimsel dönüşümlere ihtiyacı var. Eğitim sistemimiz gençlerin isteklerine yanıt vermekten uzaktır. Katılımcı ve demokratik bir eğitim sistemi olmadan, toplumun demokratikleşmesi de mümkün değildir. Gençliğin sorunları pek çok platformda net bir şekilde ortaya konuyor olsa da, siyasilerimiz bu gerçeği göz ardı ediyorlar. Bana göre siyasi yozlaşmanın önünü almanın yollarından bir tanesi de siyasetin gençleştirilmesidir.
Çalışmaya katılan 1979-1980 dönemi gençliği, “mutlu musunuz?” sorusuna yüzde 65.40 oranında “evet” derken, yüzde 23.25’i “mutsuz”, yüzde 11.35’iyse “kararsız” olduğu yönünde görüş belirtmiş. Aynı soruya 1990’lar gençliği yüzde 41.80 oranında “mutluyum”, yüzde 41.12 oranında “mutsuzum” karşılığını verirken, araştırmanın 21. yüzyıl gençliğini içeren bölümünde bu oranlar, yüzde 23.80 ile “mutluyum”, yüzde 61.90 ile “mutsuzum” olarak değişiyor.
“Zengin olmanın yolu nedir?” sorusuna, 1980 gençliği “eğitim”, 1990 ve 2000’lerin gençliği öncelikli olarak miras ve şans oyunları olarak yanıt veriyor. “Yaşamda en çok değer verilen olgular sıralamasında da, 1980 gençliği “sevgi” derken, 90 ve sonrası kuşaklar bunu “para” olarak gösteriyor.
Araştırmanın, 21. yüzyıl gençliğini sorguladığı bölüme göre, yeni kuşak, en önemli sorunlarını, “ekonomik, eğitim, gelecek kaygısı, iş ve iletişim” olarak sıralıyor. Ancak yanıtlarda kızlar ve erkekler arasında farklılıklar görülüyor. Kızların, yüzde 31.43’ü eğitim, yüzde 22.80’i ekonomik sorunlardan yakınırken, erkeklerde sıralama, 33.91 ile ekonomik, 22.13 ile eğitim olarak değişiyor. İş bulma sorunu-gelecek kaygısı, her iki kesimde de üçüncü sırada yer alıyor.
DEĞİŞİMİN NEDENLERİ
Araştırmanın, “gençliğin değerler sistemindeki değişmenin sosyolojik nedenleri” başlıklı bölümünde, bu büyük değişimin altında yatan gerekçeler sıralanırken ön sıraya politik nedenler konuyor. Burada dikkat çekilen öncelikli konu, gençliğin ülkedeki ve dünyadaki her türlü değişimden çok kolay şekilde etkilendiği.
Araştırma sonuçlarına göre; Türkiye’de özellikle 12 Eylül sürecinden, Özal zihniyetinden, YÖK sisteminden ve küreselleşme sürecinden, fazlasıyla payını alan gençlik adeta bir kimlik bunalımı içine girmiş durumda. Son 25 yıldır yapılan gençlik araştırmaları, 1968-78 kuşağı ile 2000’ler gençliğinin değerler sisteminde köklü bir değişmenin olduğunu ortaya koyuyor.
12 Eylül ile başlayan siyasal süreçte gençliğin depolitize edilmesi ve tümüyle siyasal – toplumsal süreçlerin dışında bırakılması,
Gençlikten kuşku duyulması, potansiyel suçlu olarak değerlendirilmesi, 12 Eylül 1980 öncesi çatışma ortamının temel suçlusu olarak gençliğin görülmesi ve bu gerekçe ile gençlik örgütlenmesinin çeşitli araç ve yöntemlerle engellenmesi,
YÖK düzeni ile üniversitelerin “emir-komuta” ilkesine göre yeniden düzenlenmesi;
Para gücüne dayanan sanal bir yaşam tarzının özendirilmesi, bu değişimin en önemli nedenleri. Küreselleşme süreci ile ortaya çıkan ve Türkiye gibi gelişme süreci içindeki toplumları daha çok etkileyen, yeni dünya düzeni; ilk bakışta çekici gelmekte. Amerika’nın ve batının renkli ve çekici yaşam düzeyine özenen gençlik, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını, gelir düzeyini, eğitim düzeyini, bilimsel ve ekonomik olanaklarını düşünmeden bir batılı gibi yaşamak istiyor. Çünkü medya adeta gençliğin beynin yıkayarak, her gün o renkli yaşamı gençlere sunmakta. Çoğu TV programlarında, sürekli olarak 200-300 kişilik bir grubun yaşam biçimi ve çarpık ilişkileri, tüm toplumun yaşam biçimi gibi bize sunulmakta.. Bu renkli ve çekici gibi görünen programlardan en çok etkilenen toplum kesimi ise gençlik kesimi olmakta. Bir sömürü düzeni olan neo-kapitalizm ve kültür emperyalizmi, yine medya yoluyla cilalanarak küreselleşme adı altında, vazgeçilmez ve kaçınılmaz bir gelecek, parlak bir gelecek olarak bizlere ve gençliğe sunuluyor. Oysa küreselleşmeden en çok etkilenen kesim yine gençlik kesimi olmakta.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder