11 Nisan 2008 Cuma

Su savaşları dünyanın geleceğini belirleyecek

Küresel ısınma, hızla artan nüfus ve kirlenme nedeniyle dünyanın kullanılabilir su kaynaklarının giderek azaldığına dikkat çeken uzmanlar, gelecekte suyun petrol ve altın kadar değerli olacağını vurguluyorlar. Buna göre, gelecekte devletler su yüzünden birbirleriyle savaşa girmekten kaçınmayacak.

Güçlü Özgan


Dünyamızın yüzde 70’i suyla kaplı ancak bunun yüzde 97.5’i tuzlu su yani deniz suyu. Geri kalan yüzde 2.5’lik dilim içme suyunun yüzde 68.7’si de buzullarda hapsolmuş durumda. Geriye ise yüzde 2.5’luk dilimin yüzde 31.3’ü kalıyor. Yani insan için hayati olan su kaynakları dünyadaki suların sadece yüzde 0.77’sini oluşturuyor. Dünyada 1.2 milyardan fazla insan günümüzde temiz içme suyu imkanlarına sahip değil. 2.6 milyar insan ise sağlıklı kanalizasyondan mahrum. Dünyadaki karaların yüzde 44’ünde bugün ciddi bir içme suyu sıkıntısı yaşanıyor. Birleşmiş Milletler 2000 yılında içme suyuna sahip olmayan nüfusun yarı yarıya indirilmesi hedefini önüne koymuştu. Araştırmalar 2015 yılında BM’nin bu hedefine ulaşabileceğini gösteriyor ama BM’nin kanalizasyonlar konusundaki hedeflerine ise ulaşması zor. Dünyadaki su sıkıntısının en çok etkileyeceği alanlardan biri tarım. Dünyadaki su kaynaklarının yüzde 70’i bugün tarım alanlarının sulanmasında kullanılıyor ve giderek artan talep nedeniyle çiftçiler 2050 yılında yüzde 60-90 arasında değişen oranlarda daha fazla suya ihtiyaç duyacak. Bir kalori gıda üretmek için bugün 1 litre kadar suya ihtiyaç duyuluyor. Normal bir insanın günde 3 bin kaloriye ihtiyaç duyduğu düşünülürse sadece 1 insanın beslenmesi için 3 bin litre suya ihtiyaç duyuluyor. 1 kilo un üretimi için yaklaşık 500 litre su gerekirken, 1 kilo etin üretimi için ise yaklaşık 10 bin litre su harcanıyor.

Küresel ısınma, hızla artan nüfus ve kirlenme nedeniyle dünyanın kullanılabilir su kaynaklarının giderek azaldığına dikkat çeken uzmanlar, gelecekte suyun petrol ve altın kadar değerli olacağını vurguluyorlar. Buna göre, gelecekte devletler su yüzünden birbirleriyle savaşa girmekten kaçınmayacak. Dünyada su kaynaklarının kullanımı konusunda büyük bir adaletsizlik olduğu bir gerçek.
Bir ABD’li günde ortamala 500, bir İngiliz ise 200 litre su kullanırken, bazı Afrika ülkelerinde kişi başına düşen günlük su miktarı 10 litreyi bile bulmuyor. Su da petrol gibi küresel olarak adaletsiz dağılmış durumda. Kimi ulus devletler su zengini iken, kimileri ise kuraklık bölgesinde.TÜRKİYE DE RİSKLİ BÖLGEDE
Gezegenin üçte ikisini oluşturan suyun yüzde 97.5’i tuzlu olduğu için insanlar tarafından kullanılamıyor. Tuzlu suyu içilebilir suya çevirmek son derece maliyetli. Kullanılabilir su bu kadar az olunca, su kaynaklarının bulunduğu noktalar daha da kritik hale geliyor. Çatışma riski taşıyan su havzaları arasında Türkiye de sayılıyor.Türkiye’nin, Fırat Nehri üzerinde inşa ettiği baraj nedeniyle geçmişte Suriye ile sıkıntılar yaşadığını hatırlatan gazete, gelecekte de benzer sorunlar yaşanabileceği öngörüsünde bulunuyor. İsrail, Ürdün ve Filistin arasındaki Ürdün Irmağı problemi, dünyanın en kalabalık nüfusu ve ordularına sahip ülkeleri Çin ve Hindistan’ın Bramaputra Nehri üzerindeki anlaşmazlıkları; Ganj Nehri nedeniyle Hindistan ve Bangladeş’in uzlaşmazlıkları; Etiyopya ve Mısır’ın Nil Nehri ihtilafı da gazetenin çatışma tehlikesine dikkat çektiği yerler arasında buluyor

SU SAVAŞLARI
John Bulloch, Adel Darwish’in kaleme aldıkları “su savaşları” adlı kitapta dünyanın geleceğini bekleyen riskler son derece detaylı bir şekilde anlatılıyor. Buna göre; yüzde 80’nini kıraç arazilerin oluşturduğu bölgede yaşayan milletlerin geçim kaynaklarının tarım olduğu Orta Doğu’da, su hayati öneme haiz stratejik bir madde. Bu bölgedeki ülkelerin büyük bir bölümü su fakiri. Su ihtiyaçlarının giderilmesi kaynağı kendisinden başka ülkelerde bulunan akarsulara bağlı. Bu bağımlılık su kaynaklarını elinde bulunduran ülkeye avantaj sağlamakta. Suyun paylaşımı ülkeler arasında gerginliğe ve neticede savaşa dönüşebilmekte.

Su Savaşları kitabında Türkiye ile ilgili son derece ilginç bir tespit de yer alıyor:

Bilim adamları 2000 yılı itibarıyla pek çok ülkenin kişi başına kullanılan su miktarı değerlendirildiğinde 1975’de kullandıkları suyun yarıya ineceğini hesaplamakta.
Bölgede 1967’de ki Arap-İsrail savaşı 1970’de Ürdün’deki iç savaş, 1978 Lübnan’ın işgali ve Türkiye’de 1983’ten bu yana devam eden terörist faaliyetlerde, Sudan’daki Kuzey-Güney çatışmalarında su paylaşımının büyük rolü vardır.

John Bulloch, Adel Darwish’in çalışmasında gelecekte dünyayı bekleyen su savaşlarının olası patlama noktaları şöyle anlatılıyor:
ÜRDÜN HAVZASI
Havzada en önemli su kaynağı Golan Tepeleri’nden çıkan Şeri-a Nehri ve Onun kollarıdır. Şeri-a Nehri sularının kullanımında Ürdün, İsrail, Suriye arasında zaman zaman problemler yaşanmaktadır. İsrail’in Batı şeria’da yerleşim alanları kurmasının temel nedenlerinden bir tanesi’de Şeria Nehrinin sularından daha çok yararlanma isteğidir.
GÜNEY DOĞU ANADOLU PROJESİ (GAP) :
Bu projenin ilk ayağı olan Atatürk Barajı 25 Temmuz 1992 günü elektrik üretimine başlamıştır. Türkiye’nin tüm elektriğinin 1/5’ini üretmekte ve 20.000 km²’lik alanı sulanabilir arazi haline dönüştürmektedir. Bu projeyle bölgenin sosyo-ekonomik durumunun değiştirilerek bölge halkına daha çok refah götürülmesi amaçlanmaktadır. Ancak projenin gündeme gelmesi ile birlikte Türkiye’nin Güney Doğu’sunda, özellikle Suriye tarafından desteklenen, silahlandırılan ve zaman zamanda İran ile Iraktan yardım gören PKK’nın kullanılmasıyla terörist faaliyetler başlamıştır. Bu Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehir sularının dizginlenmesi projesine, Suriye’nin cevabıdır.
NİL-MISIR’IN BAŞLICA GÜVENLİK KONUSU : NİL
Mısır için, başlıca hayat kaynağı olan Nil Nehrinin güvenliği birinci derecede güvenlik sorunudur. Nil’e yönelik her tehdit Mısır Yüksek Komutanlığı’nın parlamento onayını beklemeden askeri karşılık vermesine izin verir.
Mısır bu konuda öylesine hassastır ki 1977’lerde ilk defa başkan Enver Sedat’ın İsrail ziyareti esnasında gündeme gelen Nil Nehri sularının İsrail’e taşınması projesi başkan Sedat’ı vatan haini suçlaması ile karşı karşıya bırakmış, kendisine ihtilal girişiminde bulunulmuş ve nihayet radikal İslamcı örgütler tarafından öldürülmesinde bu projenin rol oynadığı değerlendirilmiştir.
MISIR VE ETİYOPYA
Etiyopya Nil Nehri’nin kaynaklarının bulunduğu ve Yukarı Nil Havzası’nı kontrol eden bir ülkedir. Yakın zamana kadar Etiyopya’nın Nil sularını dizginleyecek olanağı ve arzusu olmadığından hiç bir önemi yoktu. Şimdilerde millet olarak bütünlüklerini sağlamış olmaları nedeniyle İsrail ile iş birliği kurarak gerektiği taktirde Sudan ve Mısır’a zarar vermeyi elinde tutmaktadır.
MISIR VE SUDAN
Mısır ve Sudan Nil Havzası’nda birbirlerine muhtaç iki Arap ülkesidir. Bu nedenle özellikle Mısırlı liderler sudan ile ilişkileri daima üst seviyede tutmuşlar ve uluslararası her platformda Sudan’ı desteklemişlerdir. Örneğin; 1980 yılında Çad’a müdahale eden ve baskıncıları Güney Sudan’a girmeye özendiren Libya lideri Kaddafi’yi şöyle uyarmışlardı’’ Sudana karşı bir operasyon durumunda hemen Sudan’ın yanında olacağız’’
ARAP YARIM ADASI
Arap yarımadası ülkelerinde akarsu yoktur. Su ihtiyacı yeraltı sularından, büyük ölçüde de deniz suyundan arıtma yoluyla elde edilmektedir. Su arıtma tesislerinin yatırım maliyetleri yüksek olmanın yanı sıra, dış tehditlere karşıda son derece hassastır. Bu nedenle su ihtiyacının ithal edilmesi yoluyla karşılanması bir dönem düşünülmüştür. Projenin Arap Ülkelerini, su ihraç eden ülkelere bağımlı kılacağı gerekçesiyle gündemden kalkmıştır.
OBSERVER’IN RAPORU
22-Şubat-2004’de Observer gazetesi tarafından bir rapor yayınlandı. Yayınlanan bu rapor, Pentagon’a sunulan gizli raporun özetiydi. Pentagon’un Savunma Danışmanı ve konusunda dünyanın önde gelen araştırmacılarından olan Andrew Marshall ve Peter Schwartz tarafından hazırlandı.
Kimilerine göre bu rapor, toplumları yakın gelecekte yaşanabileceklere hazırlamaktı. Bu senaryoları bir kenara bırakarak, rapordaki ilginç detayları şöyle sıralayabiliriz.
Gelecekte yapılacak savaşlar ideoloji, din, milli çıkarlar için değil hayatta kalmak için yapılacak
2010-2020 arası Avrupa şiddetli iklim değişikleri ile karşılaşacak ve yıllık sıcaklıklar 6 derece düşecek. İngiltere’nin iklimi Sibirya’yı andıracak ve kurak hale gelecek.
Savaşlar ve açlık yüzünden milyonlarca insan ölecek ve bu nüfus azalışı dünya nüfusunun azalan tarım rekolteleri ve su kaynakları ile doğru orantılı olarak devam edecek.
İsyanlar ve bölgesel savaşlar Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya’yı paramparça edecek.
Su en büyük savaş nedeni olacak. Nil, Amazon ve Danube nehirlerinin suları için savaşlar çıkma ihtimali çok yüksek.
20 yıl içinde Dünyanın şu andaki nüfusu beslemesi imkansız hale gelecek.
ABD ve Avrupa gibi zengin bölgelere yiyecek bulamayan milyonlarca mülteci akacak ve bu bölgelere sayısız gemiyle gelen bu insanlar büyük sorun olacak.
Atom bombası kullanımı kaçınılmaz olacak. Japonya, G.Kore, Almanya, Iran, Mısır, K.Kore, İsrail, Çin, Hindistan, Pakistan gerekirse atom bombası kullanacaklar
2010 yılında ABD ve Avrupa’da senelik 35 derece ve üstü sıcak olan gün sayısı yüzde 30 artacak. İklim değişikliği bütün ekonomiyi etkileyecek ve kuraklık tarım rekoltelerinde büyük düşüşlere sebep olacak.
Subtropikal bölgelerdeki 400 milyon insan ölüm riskiyle karşı karşıya kalacak.
Kuzey Avrupa’dan bilhassa İskandinavya’dan güney Avrupa’ya büyük insan göçleri başlayacak. Güney Avrupa Afrika’dan gelen milyonlarca mülteci ile başetmek zorunda kalacak.
Şiddetli kuraklılar dünyanın tahıl ambarı olan bölgeleri etkileyecek, buna ABD’nin orta batı bölgeleri de dahil. Kuvvetli rüzgarlar ve kuraklık bu bölgelerde erozyona yol açacak ve bu da tarımı etkileyecek.
Çin kalabalık nüfusunu besleyemeyecek ve Bengaldeş’in büyük bölümü deniz seviyesinin yükselmesi sonucu oturulamaz hale gelecek


10 YILLIK SAVAŞ SENARYOLARI
2010-2020 arası senaryolar :
Avrupa :
2012 : Aşırı Soğuk ve kuraklık İskandinavya’da oturan güney Avrupa’ya göç etmeye zorlayacak , ama AB tarafından geri çevirir.
2015 : AB içindeki su ve gıda sıkıntıları küçük çaplı çatışmalara yol açacak ve diplomatik gerginlik baş gösterir.
2018 : Rusya AB’ye katılır ve petrol rezervlerini AB’nin kullanımına açar.
2020 : AB içinde Hollanda ve Almanya gibi kuzey ülkelerinden İspanya ve İtalya’ya göç başlar.
Asya :
2010 : Bangladeş , Hindistan ve Çin arasında sınır çatışmaları çıkacak ve Burma’ya mülteci akını olacak.
2012 : Bölgesel çatışma ihtimali Japonya’yı silahlı kuvvetlerini olası müdahaleler için alarm haline geçirtecek.
2015 : Japonya ve Rusya , Sibirya ve Sakalin bölgelerindeki enerji havzaları için anlaşmaya varacaklar.
2018 : Çin petrol boru hatlarını teröristlerden ve hırsızlardan korumak için Kazakistan’ı işgal eder.
ABD
2010 : Su anlaşmazlıkları yüzünden Kanada ve Meksika ile tansiyon artar.
2012 . Karayip adalarından Meksika ve güneydoğu ABD’ye mülteci akını başlar.
2015 : Avrupa’dan ABD’ye mülteci akını olur. (çoğunlukla varlıklı kesim)
2018 : ABD , Meksika ve Kanada ile ortak güvenlik sistemi kurar.
2020 : ABD kuvvetleri Güney sınırlarını mültecilerin geçememesi için kontrole alır.

2020-2030 arası senaryolar
Avrupa
2020 : Su ve mülteciler nedeniyle sınır çatışmaları çıkar.
2022 : Ren nehrinin kullanımı nedeniyle Fransa ve Almanya arasında sınır çatışmaları çıkar.
2025 : AB dağılma noktasına gelir (not : bizde AB dağılırken birliğe katılırız !!!)
2027 : Kuzeyden gittikçe artan sayıda mülteciler Güney Avrupa’nın yanısıra Cezayir , Fas , Mısır ve İsrail’e akın eder.
2030 . Avrupa nüfusunun yüzde10’u başka yerlere göç eder.
Asya
2020 : Güney doğu Asya , Burma , Logos , Vietnam , Hindistan , Çin arasında çatışmalar çıkar.
2025 : Çin’de kötüleşen şartlar nedeniyle iç savaş çıkar.
2030 . Rusya enerji havzaları yüzünden Japonya ve Çin arasında tansiyon artar
ABD
2020 : Petrol fiyatları Körfez ve Hazar havzalarında çıkan savaşlar dolayısıyla artar.
2025 : Suudi Arabistan’da çıkan iç savaş Çin ve ABD donanmalarını karşı karşıya getirir.


BM’NİN RAPORUNA GÖRE 2025’TE TÜRKİYE SUSUZ KALABİLİR
Dünyada su zenginliği kişi başına 10 bin metreküple ölçülmektedir. Bu oran Türkiye’de 1.830, Irak’ta 2.110, Suriye’de 1.420, İsrail’de 300 metreküp civarındadır. Nüfus yoğunlukları, gelişme hızları hesaba katılırsa su zengini olmadığımız, ama şimdilik kendimize yettiğimiz görülmektedir. Türkiye kasıtlı olarak su zengini bir ülke olarak lanse edilmektedir. Türkiye’nin yıllık toplam su potansiyelinin 186 milyar metreküp olduğu, sadece Tuna Nehri’nin yıllık su potansiyelinin 206 milyar metreküp olduğu kıyaslanırsa su bakımından zengin olmadığımız meydana çıkacaktır. Zenginmişiz gibi göstermekle Irak ve Suriye ile aramız daha derin kin, intikam ve nifak tohumlarıyla açılmak istenmektedir.BM’nin hazırladığı Su Raporu’na göre Türkiye 2025 yılında su sıkıntısı çekecektir. Ayrıca 2040 yılında ise elindeki su rezervleri yüzünden Türkiye’ye savaş açılacaktır. Aynı teşkilat Su Zirvesi nedeniyle bir rapor hazırlamış. Bu raporda Türkiye ile ilgili çarpıcı tahminler yer almaktadır. 2I. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle Ortadoğu ve Arap Yarımadası’nda büyük bir sıkıntı çekileceği belirtilmektedir. Kritik tarihler ise 2005, 2025, 2040. Şu anda dünya üzerindeki 188 ülkenin 50’sinde kullanma suyu sıkıntısı çekilmektedir. 2005 yılının kuraklık için dönüm noktası olduğu kaydedilmiştir. Türkiye 2005 yılından itibaren kuraklığın baş göstereceği ülkelerden birisi. Su sıkıntısı Türkiye dışında Arap yarımadası, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da başlayacak.BM raporu 2040 yılını Türkiye için ‘Kritik Yıl’ olarak görüyor. Aynı yıllarda Suriye ile Irak su sıkıntısından kırılacak, tarlalarda ekin yetişmez hale gelecek. Dicle ve Fırat Nehirleri Türkiye’nin can damarı haline gelecek. BM, bu tarihte bölgede sınır aşan nehirler yüzünden savaşların çıkmasından şüpheleniyor. Irak ve Suriye’nin ‘Hiç düşünmeden’ Türkiye’deki barajlara füze saldırısı düzenleyeceği de ihtimaller arasında denilmektedir.Türkiye, Ortadoğu’nun önemli su kaynaklarını elinde tutan ve kontrol eden bir ülke olması hasebiyle sürekli bir tehdit altındadır. İsrail, Lübnan ve Suriye arasında çok ciddi anlaşmazlıklara neden olan Golan Tepeleri’nin en büyük stratejik öneminin bölgenin sahip olduğu su kaynaklarından teşekkül etmesidir. Su kıtlığı devam ettiği sürece İsrail’in Golan Tepeleri’nden çekilmeyeceği aşikardır. Litani Nehri Lübnan’a hayat vermektedir. Bu nehirle birlikte irili-ufaklı başka su kaynaklarını da içinde bulunduran Lübnan’da verimli bölgelerde yaşayan ve yönetimde söz sahibi olan Hıristiyanlarla, Litani Nehri Havzası’ndan uzakta yaşayan Müslümanlar ve Filistinliler arasında Suyun paylaşımı için kavgalar sürmekte ve derin anlaşmazlıklar yaşanmaktadır.

Gündemi doğru okumak…

İçinden geçtiğimiz süreci doğru okuyabilmenin önemli bir şartı da kendimizi bilgi kirliliğinden mümkün olduğunca korumak. Bilgi kirliliği teknik anlamda, bir konudaki normalden çok sayıda bilginin birbiriyle çelişiyor olması olarak özetlenebilir. Bu durum insanın karar verme sürecini oldukça yavaşlatırken, problem çözme yeteneği de azalır. Bu da insanın düşünmez hale gelmesine neden olur.

Güçlü Özgan


Bilgi kirliliği, dezenformasyon, psikolojik harekat… Her nedense içinden geçtiğimiz süreçte yaşananlar, Türkiye’nin alışılmamış gündemi bu kavramları sık sık akla getiriyor. Kendimizi komplo teorilerinden ne kadar da uzak tutmak istesek de, şartlar bizleri henüz sonu bilinmeyen senaryoların içerisine çekiyor. Özellikle gazete sayfalarına yansıyan-yansıtılan haber-yorumlar kafaları oldukça karıştırıyor. Bu dönem eksikliğini en çok hissettiğimiz şey doğruluğuna koşulsuz inandığımız haberler. Gözümüzü, kulağımızı ve aklımızı nereye çevirsek, görmemiz, duymamız ve düşünmemiz gerekenler empoze edilmek isteniyor adeta.

Gelişen iletişim teknolojisi, sonsuz-sınırsız bilgiyi aklımıza döküyor. Hangi bilginin, nereden geldiğinin, ne için verildiğinin, doğru olup olmadığının sağlamasını yapabilmemizin ise mevcut şartlarda imkanı yok. Bize doğru haber vermesini beklediğimiz medya araçlarının birbirlerine yönelttikleri suçlamalar da kafaları iyice karıştırıyor. Bu bilgi karmaşasının üstesinden gelmenin bir yolu yok mu? Önümüze konan bilgilerin kaotik rüzgarına kapılmamak ilk şart. Eğer iddia edildiği gibi bir çarpıtma varsa, bunun neden yapıldığını bilmek, en azından bunu tahmin etmek de işimizi kolaylaştıracak bir detay. Eğer birileri bunu bilinçli yapıyorsa, kamplaşmayı körüklüyor, kurumları zedeliyor, cumhuriyetin altına dinamit yerleştiriyorsa her sabah gazete sayfalarına, her saat başı televizyon haberlerine yansıyan bilgileri birey olarak iyi ve doğru okumamız şart. Bunun içinse, kitle iletiştim araçlarının toplumların eğilim ve tercihlerini nasıl etkileyebildiğinin de farkına varmak gerek elbette. Ve istendiği taktirde, bu araçların belli bir amaca yönelik olarak yönlendirilebileceğinin…

Bu noktada karşımıza bilgi kirliliği, dezenformasyon, psikolojik harekat gibi kavramlar çıkıyor. Gündemin değişkenliği içinde, hemen her gün siyasal ve toplumsal dengeleri etkileyecek yeni haberlerin patladığı bu süreçte elbette tartışılmaz doğrulara ulaşabilmemizin imkanı yok bu sayfalarda. Ama şunu yapabiliriz… Oyunun kurallarını, daha önce nasıl ne nerelerde sergilendiğini hatırlayarak, bugünün senaryolarını daha anlar noktaya gelebiliriz. Bu da bir tür kitle iletişim araçlarını kullanma kılavuzu olarak elinizin altında durur.

Psikolojik harekat yöntemiyle büyük halk yığınlarını etkilemekte kullanılan en büyük ikna tekniği "kabullendirilmiş genellemeler". Buna göre yönlendirilmek istenen insanların dünyayı kendilerine sunulan kalıplara göre görmesi ve buna göre hareket etmesi sağlanıyor.

Psikolojik harekat, propaganda ve ajitasyon yöntemlerini kullanarak, şiddetin varlığından çok, onun meydana getirdiği korku psikozuyla zihinlerde, davranışlarda, duygularda etki yaparak hedef kitle veya birey üzerinde arzuların yapılmasına yönelik uygulanan bilimsel ve teknik faaliyetlerin desteklediği çalışmalar olarak tanımlanabilir..İlk defa 1951 yılında Webster sözlüğünde “İkinci Dünya Savaşı’nda yürütülen Alman faaliyetleri” olarak tanımlanıyor. Burada kastedilen faaliyetin detaylarına bir göz atalım…

…1935`in ortalarından itibaren Almanya ciddi bir sosyalist devrimle yüz yüze gelmişti. Bir yanda Naziler, diğer yanda Sosyalistler… Hitler, Nazi SS komutanları toplantısında Himler`in ortaya attığı öneriyi hemen kabul etti. Alman Parlamento Binası yakılacak ve bunu komünistlerin yapacağı söylenecek, bunun sonunda bir sürek avı başlatılarak tüm solcular kurşuna dizilecektir. Yangını Naziler çıkarır, Hitler yangının yanında "ulusumuza uzanan hain eller kırılacaktır" der. On binlerce solcu, aydın, sanatçı kurşuna dizilir. Ve en önemlisi daha 2. Dünya Savaşı başlamamıştır. Alman sermayedarlarının Hitler`i neden bu derece hararetle destekledikleri sorusu da yanıtını bulmuştur. Üstelik 2. Dünya Savaşı da zaten hayali bir şekilde Polonya`nın, Almanya işgali ile başlamıştır…

Daha sonraki yıllarda uzmanlar tarafından hassasiyetle durulması gereken bir çalışma olarak karşımıza çıkan psikolojik harekat, aslında insanlığın var oluşundan beri değişen zaman, mekan ve olaya göre uygulandığı bilinmekte. Psikolojik harekatın uygulayıcı ile hedef aldığı kitle arasındaki ilişkilerin boyutu açısından değerlendirildiğinde üç alanda faaliyet gösterdiği ortaya çıkmaktadır: Tarafsız çalışmalar, düşmanca tavır, dost gruplara yönelik psikolojik harekat faaliyetleri…

TÜRKİYE’NİN EKSİKLİĞİ

Olaylar Türkiye perspektifinden değerlendirildiğinde de ilginç detaylarla karşılaşıyoruz. Bakın Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen (Cumhuriyet Strateji Dergisi - 7 Ağustos 2007) kaleme aldığı bir makalesinde, ABD Psikolojik Harekat Stratejisi’ne dikkat çekerek, burada kendi çıkarlarını halkla ilişkiler yönüyle korumanın yöntemlerini ve araçlarını sıralandığını belirtiyor. “ABD psikolojik harekat stratejisinin en ilginç bölümünü ise stratejik hedef kitleyi açıklayan kısım oluşturuyor. Stratejide, ‘kilit etkileyicilerin’ düşünceleri ile toplumda dalgalanmalar yaratabilen kişiler olduğu belirtiliyor ve bu kapsamda etki altına alınacak kişiler içinde din adamları, eğitimciler, gazeteciler, kadın liderler, işadamı ve işçi liderleri, politika liderleri, bilim adamları ve askerler sayılıyor.”

Eslen, makalesinde ABD Psikolojik Harekat Stratejisi’nin detaylarını anlattıktan sonra, “ABD'nin stratejisi bu konuda Türkiye'de ne gibi çalışmalar yapıldığı” sorusunun akla geldiğini belirtiyor. Bundan sonra da şu dikkat çekici soruları sıralıyor:
* Türkiye'nin psikolojik harekat (halkla ilişkiler ve stratejik iletişim) politikası (policy) var mı?
* Türkiye'nin bu politikaya uygun olarak geliştirilmiş "psikolojik harekat stratejisi'' var mı ve uygulanıyor mu?
* Türkiye'nin ulusal çıkarlarını ve bu kapsamda "kilit etkileyicilerini'' ve "hassas nüfusunu'' da dış etkilemelere karşı koruyan "psikolojik harekata karşı koyma'' stratejisi var mı, varsa uygulanıyor mu?
* Türkiye'de psikolojik harekat ve psikolojik harekata karşı koyma stratejilerini geliştirmede ve uygulamada eşgüdümü sağlayacak bir birim var mı, varsa çalışıyor mu?
* Türkiye'de dış güçlerin etki altına girmiş olan bu amaçla çalışan "kilit etkileyiciler'' biliniyor ve takip ediliyor mu?
* Türkiye'de bölücülüğe karşı uygulanması gereken devlet stratejisini destekleyen "bölücülüğe karşı psikolojik harekat stratejisi var mı, varsa uygulanıyor mu?” BİLGİ KİRLİLİĞİ

İçinden geçtiğimiz süreci doğru okuyabilmenin bir başka şartı da kendimizi bilgi kirliliğinden mümkün olduğunca korumak. Bilgi kirliliği teknik anlamda, bir konudaki normalden çok sayıda bilginin birbiriyle çelişiyor olması olarak özetlenebilir. Bu durum insanın karar verme sürecini oldukça yavaşlatırken, problem çözme yeteneği de azalır. Bu da insanın düşünmez hale gelmesine neden olur. Şimdi son dönemde yaşadığınız bilgi bombardımanını düşünerek bundan önceki satırları yeniden okuyun…
Bilgi kirliliği somut bir durum olmadığından onu temizleyecek bir madde de yoktur. Bilgi kirliliği ilgili konuda birbiriyle çelişen bilgilerin azaltılmasıyla ancak giderilebilir.
Sonuç olarak, insan olmanın önemli bir özelliği olan düşünme özelliği kullanılmazsa, bilgi kirliliği oluşacaktır. Bu da zamanla insanın düşünme yetisini kaybetmesi demektir. Düşünmeyi sağlamak ve ilerletmek için daha fazla düşünmeliyiz.

Şunu da unutmamak gerekli: televizyonların, gazetelerin yazdıklarını okurken eğer bir mantık süzgecinden geçirebilirsek, kendi perspektifimizi yaratabilirsek, o zaman kimse beynimizi kirletemez ve perspektifimizi etkileyemez.